Zen, kökeni Hindistan





Zen, kökeni Hindistan'daki Dhyana (ध्यान) okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japonca'daki ismidir. Hindistan'dan Çin'e geçen okul burada Ch'an (禪) olarak ismini duyurmuştur. Tang Hanedanlığı döneminde Çin'de belli başlı Budist okullar arasına giren Ch'an, Çin'den Kore, Vietnam ve Japonya'ya yayılmıştır. 20. yüzyılda Batı'da tanımaya başlanan bu okul, İngilizce ve diğer Batı dillerine Zen ya da Zen Budizm ismiyle girmiştir.

Zen diğer Budist okulların arasından aydınlanma amacıyla yapılan meditasyona verdiği önemle ayırt edilir. Meditasyon anlamına gelen Çince zuochan[1] ve Japonca zazen kelimeleri Ch'an/Zen kelimesinden türetilmiştir. Bu nedenle Batı'da yalnızca bir meditasyon pratiğinden ibaret olarak algılanan Zen aslında Budizm'in bir koludur. 20. yüzyılın ortalarından itibaren Batı'da bir felsefe, bir yaşam tarzı, bir sanat akımı vb. olarak yaygınlaşmıştır. Ancak bu batılı bakış açısı, Uzakdoğu'daki Zen Budistlerin çoğunluğu tarafından paylaşılmamaktadır.

Temel kavramlar

Mahayana Budizmindeki diğer okullarda olduğu gibi, Zen’de de tüm duyarlı varlıkların Buda-doğasına sahip olduğunu kabul edilir, ve bunun zihnin kendi doğasından başka bir şey olmadığını vurgulanır. Zen uygulamasının amacı her bir bireyin içindeki bu Buda-doğasının, günlük yaşamda meditasyon ve farkındalık yoluyla keşfedilmesidir. Zen uygulayıcıları bu çalışmanın varoluş hakkında yeni bir perspektif ve kavrayış kazandıracağına, ve nihayetinde aydınlanmaya ulaşılacağına inanır.

Diğer Budist okulların pek çoğundan farklı olarak, Zen kutsal metinlere ve metafizik konularda konuşmalara bel bağlanmaması gerektiğini iddia eder. Çünkü bunlar uygulayıcıyı, kendi içinde Buda-doğasını doğrudan sezgisel olarak kavramaya çalışmak yerine, dışsal bir cevap arayışına yöneltir. Bu anlamda Zen, diğer pek çok dinin aksine uygulamayı ön plana çıkaran tutumuyla, hararetli bir felsefe-karşıtı, ikona düşmanı, kural karşıtı veya anti-teorik öğreti olarak değerlendirilebilir. Yazılı kelimelere dayanmamaya verdiği önem, sıkça Zen’in kelimelerin kullanılmasına karşı olduğu şeklinde yanlış anlamalara yol açmıştır. Ancak, Zen kaynaklarını Gautama Buddha’nın ve Budist Mahayana felsefesinin yazılı öğretilerinden alır. Zen vurguladığı, Buda’nın öğrettiği uyanışı, okuduğu veya duyduğu her hangi bir kelimeyle değil, meditasyon uygulaması yoluyla elde etmiş olduğudur; dolayısıyla diğerleri de öncelikle meditasyon yoluyla Buda’nın kavrayışına ulaşabilir.

İçebakış teknik ve uygulamaları hakkında pek çok Budist sutra’da çeşitli öğretiler bulunmaktadır. Ancak Çin’de ortaya çıktığı ilk dönemlerde Zen okulu, ağırlıklı olarak Mahayana Sutralarına, özellikle de Lankavatara Sutra’sına eğilmiştir. Bodhidharma’nın dhyana içebakış tekniklerini öğretirken Lankavatara Sutra’ya göndermeler yapması nedeniyle, Zen okulu ilk dönemlerde bu sutra ile tanımlanmıştı. Kısmen böylesine sınırlı bir şekilde tek metinle özdeşleştirilmeye tepki olarak, Çin Zen’i ünlü kelimelere dayanmama, her tür metinden bağımsız olma tutumunu geliştirdi. Bununla birlikte, erken dönem Zen ustalarının öğretilerine bakıldığında, onların pek çok sutrayı ileri düzeyde bildikleri anlaşılır. Örneğin, "okuma-yazma bilmemesiyle" ünlü Altıncı pir Huineng’ın yazdığı Platform Sutra’da, Elmas Sutra, Lotus Sutra, Vimalakirti Sutra, Shurangama Sutra ve Lankavatara Sutra’dan alıntılar yapılır ve açıklanır.

Budizmin Çin’e geldiği dönemde üç temel uygulama öğretisi, ahlak ve kurallar disiplini eğitim (sila), konsantrasyon (samadhi) da denilen zihinde meditasyon yoluyla eğitim (dhyana), sezgi ve bilgelik eğitimi (prajna), Pali derlemesinde çoktan düzenlenmişti. Bu bağlamda, Budizmin Çin kültürüne sürecinde, her biri farklı bir temel uygulama alanında uzmanlaşmış üç tip öğretmen modeli ortaya çıktı. Vinaya ustaları rahip ve rahibelerin izleyeceği kurallar üzerine, dhyana ustaları çeşitli meditasyon uygulamaları üzerine, Dharma ustaları ise Budist metinler üzerine uzmanlaşmıştı. Manastır ve Budizm merkezleri ya vinaya ve rahip eğitimine, ya da bir ya da birkaç metnin icelenmesi konusuna yoğunlaşmıştı. Dhyana veya Chan ustaları ise, ya kendi başlarına inziva hayatı sürdürüyor, ya da çeşitli Vinaya manastırları ve sutra eğitim merkezlerine katılıyordu.

Bodhidharma'nın beşinci yüzyılda gelmesinin ardından, onun takipçisi dhyana-chan ustaları, vinaya ve entelektüel çabanın tek başlarına Buda’yı aydınlanmaya götüren meditasyonun gerçek uygulamasını ve kişisel deneyimi vurgulamaya yeterli olmadığı düşüncesiyle bir araya gelmeye başladı. Yalnızca kuralları takip edilmesi, ya da sutra ezberlenmesinin yetersizliği dhyana-chan uygulayıcılarının sloganı haline geldi. Bodhidharma’dan yaklaşık 200 yıl sonra Tang Hanedanı dönemi başlarında, Beşinci pir Daman Hongren (601-674) zamanında, Zen okulu ayrı bir Budist okul olarak ortaya çıktı.

Zazen olarak anılan meditasyon, Zen uygulamarının temelini oluşturur. Bodh Gaya’daki Bodhi ağacının altında aydınlanmaya ulaşan Buda’nın oturuşunu ve onun Sekiz aşamalı yol’da öğrettiği, farkındalık ve konsantrasyon kavramları canlandırır. Sekiz aşamalı asil yol, Dört Yüce Gerçek, bağımlı köken, Beş İlke, beş skandha, Varoluşun üç işareti gibi Buda’nın temel öğretilerinin tümü Zen uygulamasının önemli öğelerini oluşturur.

Ek olarak, Zen Mahāyāna Budizmin, bodhisattva başta olmak üzere çeşitli temel kavramlarını benimsemiştir. Mahayana’ya has Guānyīn, Mañjuśrī, Samantabhadra, ve Amitābha gibi figürler tarihsel Buda ile birlikte saygı görür. Zen’in yazılardan bağımsız aktarıma yaptığı vurguya rağmen, Mahāyāna sutralarına, özellikle de Kalp Sutra, Hredaya Pranyaparamita Elmas Sutra, Lankavatara Sūtra, ve Lotus Sūtranın "Samantamukha Parivarta" bölümüne derinden bağlıdır.

Zen aynı zamanda paradoksal olarak, kendine özgü zengin bir yazılı literature de geliştirmiştir. En eski ve en çok tanınanları Zen metinleri arasında, Huineng’ın Platform Sutrası sayılabilir. Bundan başka çeşitli koan kollaksiyonları ve Dōgen Zenji’nin yazdığı Shōbōgenzō önemli metinlerdendir.