İslam tarihinden bir yaprak




Patricia Crone ve Martin Hinds, God’s Caliph (Cambridge UP, ilk basım 1986, yenisi çıkmış). Hakiki akademizmanın ne kadar zevkli bir detektif işi olduğunu hatırlatan kitaplardan.
 Erken dönem İslam kaynaklarını didik didik etmiş. Göstermiş ki Hz. Ömer’den aşağı yukarı II. Ömer’e (717-720) dek halifelerin unvanı Halifetullah’tır, yani Allah’ın vekili, hatta Halifetullah filˁardihi, yani Allah’ın yeryüzündeki vekili. Halifetü Resulillah, yani “peygamberin halifesi” fikri ancak hicretin 80’ci yıllarında, Abdülmelik ve II. Ömer devrinde belirmiş, Abbasiler zamanında egemen olmuş.
Daha çarpıcı olan, yine hicretin 80-90’larına dek Muhammed’in hukuki ve siyasi söylemde hemen hemen hiçbir rolü olmaması. Siyasi teoride peygambere atıfta bulunma ihtiyacının ancak Emevi egemenliğine, özellikle Mervan oğulları döneminde büyüyen direniş çerçevesinde doğduğu anlaşılıyor. Emevi dönemine ait sayısız resmi ve hamasi metinde halifenin doğrudan doğruya Allah’ın iradesinin temsilcisi ve dinin temeli olduğu, dolayısıyla geçmişin peygamberlerinden üstün sayılması gerektiği vurgulanıyor. Halife imamül hudâ ve mehdîdir; yani doğru yolun kılavuzu ve sahibidir. Ona itaat etmeyen birinin namazı geçerli olamaz. Habl min hıbâlillah, yani Allah’ın ipidir; ona tutunan selamete erer.
Dördüncü bölümde hilafet hukukunun kaynaklarını inceliyoruz. Sünni fıkıh ekollerinin oluşumundan önceki devirde halifelerin nihai yargıç sıfatıyla hukuki davaları hallettikleri ve erken dönem hukuki metinlerinin daima “halife sünnetine” referans verdikleri net olarak anlaşılıyor. 750’lere dek halifeler yeni oluşturdukları sünen için övülüp yüceltiliyor. Peygamber sünnetine ilişkin ifadeler ise 680’lere dek son derece muğlak ve cılız. Peygamberin herhangi bir konuda ne deyip ne karar verdiği, ancak 680’lerde Medine’de anti-halife ibn Zübeyr’in isyanı bağlamında öne çıkmaya başlıyor. Peygamber hadislerinin derlenip etüt edilmesine ancak Emevi egemenliğinin ciddi bir şekilde sorgulanmaya başladığı 720’lerden sonra rastlıyoruz; hukuki konularda hadis alimlerine danışılmasının inandırıcı bir örneği ise 750’lerden önce yok. Resmi bir belgede peygamber hadisine değinen ilk halife olma onuru 780 küsur yılında Abbasi halifesi el-Mehdi’nin. Kuran ve hadis üzerine inşa edilmiş ve fıkıh alimleri tarafından yorumlanmış bir hukuk sistemi fikri ancak 800 dolayında, Harunürreşid iktidarında kristalize olmuşa benziyor.
Bunlardan çıkaracağımız sonuç, klasik devirde bildiğimiz şekliyle İslam dininin Emevi halifeliği döneminde spesifik siyasi ihtiyaçlara cevaben şekillenip, Abbasilerin ilk yıllarında teorik istikrara kavuşmuş olduğudur. İslam fıkhının asıl temelleri olan siret ve hadisin bu dönemde oluşturulduğu az veya çok bilinir. Kuran metninin ne kadarının o dönemde şekillendiği ise henüz yeterince çözülememiş bir konu.
Kitabın son bölümü, oluşum dönemi koşullarının İslami siyasal yapıların sonraki evrimi üzerindeki etkisine dair son derece ilginç birkaç gözlem sunuyor. En önemli soru: hukuk sisteminin siyasi otoriteden bağımsızlaşması neden bir meşruti ya da “anayasal” yapılanmaya yol açmadı? Yazarların verdiği cevap o kadar damıtık ve zengin ki özetlemeye teşebbüs etmeyeceğim. En iyisi son dört sayfayı aynen aktarayım, sf 106’da “Now from one point of view”den başlayın okumaya. (Sayfaları sağ tıklayıp büyütebilirsiniz.)