Mutki'nin Huyut nahiyesi



Modern dönemin yıkımlarından önce Doğu’daki sosyal yapı nasıldı? Aşağı yukarı şöyle olmalı. Mesela Huyut, yani Xuyt Խոյթ nahiyesi, resmi adı Kavakbaşı, Bitlis-Mutki’nin iç tarafı. Yaklaşık kırk küçük köy içeren, ulaşılması güç, dağlık bir ülke. 1876’da nüfusun tamamı gibi Ermeni görünüyor. Ama bir Kürt beyliği. Gundemir köyü var, mir’lerin oturduğu yer olmalı. Ayrıca Deştemiran, Golamiran (“Beytarlası, Beygölü”) gibi yer adları mülkiyet ilişkilerine dair bir fikir veriyor. Mrdzank köyünün adı Ermenice “Mirzalar” demek, yani bey-oğulları. Bu da o bölgenin feodal yapısında tipiktir, mir’in büyük oğlu ayrı bir yerde oturur, babasının yerel işlerini yürütür. Manisa’da şehzade Selim gibi.
Köylüler serf statüsünde miydi? Bilmiyorum. Nahiyenin diğer adı Prnaşen, Türkçe Pirneşin, “Zorbaköy” demek. Acaba orada bir serzeniş mi var? Yok, sanmam, başka öykü olmalı.
İslam hukukunun zorunlu kıldığı bir düzenleme olduğu açık. Şer’i hukukta biliyorsunuz gayrimüslim kılıç taşıyamaz, beylik ve egemenlik edemez. Dolayısıyla sizi koruyup kollayacak, gerekirse daha büyük zorbaya kafa tutacak bir beye ihtiyacınız varsa Müslüman olması lazım. Huyut mirleri nereden gelmiş bilmem. Belki Selahaddin Eyyubi zamanının emirlerinden biridir, aslen Kürttür veya değildir. Her halükarda Allahın dağına her kuşakta Kürt gelin getirecek hali yok, birkaç yüz yılda yüzde 99 oranında yerliyle akraba olmuştur.
Huyut’ta nece konuşulurdu, onu da bilmiyorum. Kürtçe olması çok muhtemeldir. Belki kilise ayininde hala Ermenice söylenirdi, ama bin yıldır okulun uğramadığı bir diyarda Ermeniceyi korumak kolay değil. Ayrıca bir Müslüman Kürt nüfus var mıydı? Sanmıyorum. Kırk parça köyün üçü dördüne dair bilgi yok, diğerlerinin hepsi Ermeni olarak işaretlenmiş. Belki mir’in sadık adamlarının bir kısmı Müslümandır. Ya da asker ya da çerçi olup dış dünyaya gittikten sonra köyüne Müslüman olup dönenler vardır.
Doğu’nun coğrafyası dağlıktır. Huyut gibi dört tarafı dağla çevrili, dünyadan kopuk, müstakil beylik olmaya uygun yüz tane diyar sayabilirim. Mesela Hizan’ın üç vadisi (Spayert, Uçum, Hakif), Tatvan’ın doğusundaki Kerdigan/Garcıgan ülkesi, Van’a bağlu Müks (Bahçesaray) beyliği, Kulp’un Xiank ve Talvorik nahiyeleri, güneyde Ermeniden ziyade bir kısmı Ermenice konuşan Keldani ve Nasturilerin yaşadığı Pervari, Şemdinan, Çal (Çukurca) vadileri, Beytüşşebap’ın Faraşin tarafı vs.
1876’da bu tablonun bulanmaya başladığına dair belirtiler var. Belki de asıl dönüşüm 1830-40’larda Kürt feodal aristokrasisinin Tanzimat rejimince çökertilmesiyle başladı. Moltke’nin anılarında bunun ipuçları vardır. Doğu’nun (halen devam eden) fethi o zaman başladı.
*
1895 katliamları 1915’in gölgesinde kalmıştır. Halbuki okudukça ve mantığını kavradıkça daha iyi idrak ediyorum ki olayları anlamada asıl kilit odur. 1895’i anlayınca hem nasıl kaçınılmaz bir nedensellikle 1915’e gelindiğini anlarsın, hem her iki tarafın da neden öncekini unutmak istediğini.
O devirde Rusların uzmanlaştığı tipte klasik bir pogromdur. Devlet görevlileri kışkırtır, sivil kişiler Ermeni köy ve mahallelerine saldırır, katliam ve yağmalar olur. Öldürülenlerin sayısı hakkında güvenilir bilgi yoktur; genellikle on binlerden, bazen yüz bini aşkın sayılardan söz edilir. Ama asıl ilginç olan ölüler değildir. 1915’in aksine, bu olayda din değiştiren Ermenilere canını kurtarma fırsatı tanınmıştır. Yine sayı yok, ama pek çoğu o fırsatı kullanmış görünüyor. 1895’te topluca hidayete eren Ermeni ve Süryani köylerinin bir bölümünün listesini altı Avrupalı elçiliğin yazdırdığı komisyon raporunda ve olaylara tanık olan peder Félix Charmetant’ın kitaplarında okuyabiliyoruz – Erzurum merkezde 17 köy, Gevaş’ta bir düzine köy, Hizan’ın neredeyse tümü, Bayburt’un büyük bölümü, Bingöl Genç’te beş köy, Koyulhisar’da üç köy, Çapakçur’un bütün Ermeni köyleri, Huyut’ta 12 köy ahalisinin tümü ile diğerlerinin bir kısmı...
*
Bu olayı izleyen yirmi yılda Ermeni nüfusu hakkında bir sayılar savaşı yaşanır. Öyle olması doğaldır, çünkü Ermeniler, ölüm tehdidi altında din değiştirenleri Ermeni saymaya devam ederler. Devlet ise, aynı doğallıkla, resmi beyanlara itibar eder. Bazen bir tane avuç kadar köyün nüfusu hakkında iki tarafın taban tabana zıt bilgiler verdiğini görürüz. Daha ilginci: Doğu’nun binlerce köyünde, bu dönemde, Ermeni ve Müslüman haneler yan yana yaşıyor görünürler. Bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Bit kadar mezrada üç hane Hıristiyan ile dört hane Müslüman birlikte olmaz. Sürdürülebilir bir durum değildir. O üç ile beş akrabadır. Bir kısmı 95’te boyun eğmişken, öbürleri direnmiştir: belki olaylar sırasında şehre sıvışma fırsatı olmuştur, belki direnmeye olanak veren ekonomik ve sosyal dayanakları vardır; belki o dayanakları sayesinde, bir kez boyun eğdikten sonra bir şekilde vazgeçmeyi becermiştir. Dilleri aynıdır, muhtemelen Kürtçedir. Fakat araya statü ve muhtemelen sınıf ayrımı girmiştir. İlk başta belki eski akrabalık düzenini sürdürürler. Ama kısa sürede araya kuşku, çekememezlik ve nihayet nefret girmesi kaçınılmazdır. Çünkü dönmek derin bir yaradır, ve insanlar yaralarını bilenlerle yakın olmaktan hoşlanmaz.
Yirmi sene sonra işte o gerilim patlak verecek ve 1895’te kendilerine sunulan fırsatı tepenler, hatalarının bedelini canlarıyla ödeyeceklerdir.

Günümüzde Doğu illerinde 1915-sonrasının dönmeleri genellikle bilinir ve gösterilir. Sayıca onlardan kat kat fazla olan 1895 dönmeleri ise hatırlanmaz, hatırlatanlara da iyi gözle bakılmaz.
.