Mustafa Kemal'e neden karşısın söyle




“Mustafa Kemal'in yerinde olsaydınız, o tarihlerde siz nasıl bir politika izlerdiniz?” diye sordu bir arkadaş, kibarca, onyüzmilyonuncu kez.
Otuz beş seneden beri bu soruyu cevaplamaktan dilimde biten tüyleri toplasan kaz tüyü yorgan olur.... diye cevaplamak üzereydim ki, düşündüm, okurların yarıdan fazlasının yaşı otuz beşten küçük. Moruk olduk sayılır. Bir daha baştan almakta fayda olabilir.
*
Cevap: Aşağı yukarı aynısını.
Zekâm ve cesaretim yeter miydi ayrı mevzu, ama temel varsayım, bir, yıkılmış bir devletin iktidarını yeniden kurmak, ve iki, kendi iktidarını – ve canını – korumak olunca gerisi mantıki bir silsile içinde geliyor. Elbette Osmanlı’nın yüz sene uğraşıp başaramadığı “modernleşme” mücadelesi için fırsattan yararlanıp güçlü bir hamle yapacaktı. Elbette ekonomisi çökmüş, nüfusunun üçte biri muhacir gelmiş bir ülkede sahte de olsa bir ulusal heyecan yaratmaya çalışacaktı. Elbette İstanbul ve İzmir’in elitlerine “Batılılık” satarken sade vatandaşın gözünü vatan millet Sakarya ve denize dökülen gâvur öyküleriyle boyayacaktı. Elbette kanlı bir entrika geleneğinden gelen silah arkadaşlarını hizaya getirmek için gerekirse aralarından birkaçını tutup asacaktı. Elbette devletin parçalanma sürecine dur demek için Kürtlere karşı caydırıcı tedbir alacaktı. Elbette İngiliz’le Alman’dan hangisinin ağır basacağı belli olmayan bir dünyada İngiliz liberalizmi ile Alman Nazizmi arasında bir orta yol tutturmaya çalışacaktı. Elbette Fransa’nın tükendiğini görünce fırsat bu fırsat deyip Suriye’den parça koparacaktı. Akıllı ve cesur biri, başka türlü yapabilir mi?
1929-30’dan sonraki cinnet belirtilerini ben olsam gösterir miydim? Mesela dil ve tarih teorileri, Dersim katliamı, İnönü’nün tasfiyesi, kızlar, Savarona, Dolmabahçe sarayı...? Dürüst olmak gerekirse gösterirdim sanırım. Mutlak iktidarın çürütücü etkisinden benliğini korumak zor. Korurum diyen yalan söyler.
Soralım: Abdülhamid’in yerinde olsam farklı yapar mıydım? Onun koşulları daha başka, 1. tükenmiş bir devletin iktidarını ömrü yettikçe sürdürmesi, ve 2. kendi iktidarını – ve canını – koruması gerekmiş. Siyasette yapayalnız; sırtında altı yüz yıllık bir geleneğin ağırlığı, etrafında üç yüz kişilik entrikacı ve işe yaramaz bir ailenin dengeleri. Uzaktan eleştirmek kolay; ama olaylar zincirini adım adım izleyince görüyorsun ki kaderin kendisi için çizdiği çerçeveden kaçması çok zor, belki imkansızdı.
Bugünkünün yerinde olsam neyi farklı yapardım? O kadar kara cahil değilim tabii, istesem de olamam; nefret politikasını da o denli pervasızca pompalamaktan hicap ederim. Ama say ki amacım, a) kemikleşmiş bir iktidar yapısını kırmak, ve b) kendi iktidarımı – ve canımı – korumak olsun. İzlediği politikalardan daha rasyonelini bulur muydum? Ne bulurdum?
Bundan dört sene önce Cromwell’e dair yazdığım bir notta (http://nisanyan1.blogspot.com/2014/04/sradan-bir-politikacnn-padisah-olma.html) demişim ki, devlet yönetmek sanattan çok bilimdir; objektif yasaları vardır. En radikal hayallerle bile yola çıksan sonunda iktidarın bir mantığı var ve o mantığa boyun eğmek zorundasın; yoksa tarihte dipnotu bile olamazsın, ringe çıkıp ilk yumrukta silinen milyonlardan biri olursun. Kaç yazımda, ucundan da olsa bu konuya değindim. Defalarca dedim ki, liderin trajedisini anlatmak için tarihin ya da sosyal bilimin aletleri yetmez. Shakespeare lazım, hedeflerle koşullar arasındaki ölümcül açmazı mısralara dökmesi için.   
*
Derdimiz Mustafa Kemalle değil. Seksen sene önce ölmüş adamla kavga etmek için aklını yitirmiş olmak lazım. Ya da mümin olmak, ki aynı şey. Sezar’la kavga ediyor muyuz? Gıyasettin Keyhusrev’in yerinde olsan sen yapardın, söyle! diye kimseyi durup durup taciz ediyor muyuz?
Problem Mustafa Kemal’in müritleridir. Dünkü değil bugünkü problemdir. Paşanın kendisi değil, ikonu.
O ikon çağdaş Türk ırkçılığının ve Devlet tapıcılığının bayrağıdır. Devlet ve vatanmillet adına girişilmiş her türlü namussuzluğu a priori aklayan bir ahlaki körlüğün simgesidir.
O ikonu taşıyanlar, Türkiye’nin yarı-okumuş ve ucuz modernlik cilasıyla cilalanmış zümreleri, o ikondan aldıkları coşkuyla dış dünyaya karşı nefret ve kompleks kusarlar. Buna karşılık içeride, kendi avam tabakalarıyla duygusal iletişim kurma imkanını tamamen yitirmişlerdir. Siyasi sahada marjinalleştikleri için, Devlet mitine ve Devlet gücüne sarılmaktan başka çareleri kalmamıştır. [Bütün dünyada milliyetçilik, popülizmin aracıdır; “halkı” yüceltir. Oysa Türkiye’ye has bir patoloji olan ‘ulusalcılık’, kendi toplumundan nefret eden bir tuhaf alt-elit kültüdür.]
Kemalci mezhep İslam’ı sözde reddeder, kendini İslam’a alternatif olarak sunar. Oysa tarihsel İslam’ın en derin ve en habis boyutu olan Millet-i Hakime kibrinin günümüzdeki has temsilcisidir. Toplum teorisinin temeli “fethettik, demek ki haklıyız” diye özetlenir. O yüzden o hastalığa tutulanlar, Türklerin komşusu ve tebaası olmuş halkları anlamaktan ve onlarla herhangi bir düzlemde duygusal yakınlık kurmaktan acizdir. O yüzden, bugün Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt meselesinde yer yer ahmaklık boyutuna varan bir cahillik sergilerler.
O yüzden Türkiye’nin Yakınçağ tarihini kavramaları ve o konuda iki mantıklı laf etmeleri büsbütün imkansızdır. Çünkü modern Türkiye’nin tarihi o Millet-i Hakime kibrine isyan edenlerin ve o kibri sürdürmek için çaresizce çırpınanların tarihidir; öyle görünüyor ki daha da bir müddet öyle olacaktır.
Yaklaşık elli yıl oluyor, sanırım hayatta irili ufaklı yeterli sayıda Kemalciyle muhatap oldum. Aralarında “medeni” sıfatını hak eden kimse azdı. Medeni: yani saygıyla ve güler yüzle konuşan, kalbinin derininden bir nefret havuzu taşmayan, genel insani değerlerden haberdar, sağduyulu, mutedil.
Onun için diyorum ki Kemalizm illetinden kurtulmadıkça Türkiye’de medeniyet davasını unutun.
*
Paşanın bu işte suçu ne? Onu tartışırız. Kibir ve hakareti Türk siyasi dilinin ana ekseni haline getirmekteki payı yadsınamaz (bkz. http://nisanyan1.blogspot.gr/2009/03/bir-de-tayyipe-laf-ediyorlar.html). Ama asıl suçun onda olduğunu düşünmüyorum. Etkisi dolaylıdır. Kemal ikonu 1950’den sonra – iki partinin iş birliğiyle – inşa edildi; 1960 darbesinden sonra bir kanser gibi memleketi sardı.
Bu demek değil ki sırf ikonla uğraşalım, Mustafa Kemal’e dokunmayalım. Müminlerinin aklını çelmek için, duygularını hırpalamak için, morallerini bozmak için Paşa’larına dokunmak zorundayız. Etrafına ördükleri kutsallık halesini bozmakla başlamalıyız. Bir destan kahramanı değil alelade bir siyasi lider olduğunu, yaptığı her işin akıl ve fayda bazında tartışılabileceğini göstermeliyiz. Masalın içine akıl zerk etmeliyiz.
Çünkü aklın geldiği yerde mit kaçar. İkon kırılır.
Yanlış Cumhuriyet’i bu açıdan okumaya çalışın bence. O kitapta – birkaç detay dışında – kötüleme yoktur. Şu işi yanlış yapmış demez. Sadece “emin misiniz” diye sorar. “Bir de şu açıdan bakmayı denediniz mi? Tartışılmaz zannettiğiniz veriler, mantık terazisine geliyor mu?” İkonunuz sağlam mı, yoksa üç tane akıllı adam gelse tuzla buz ederler mi?
Yoksa Paşa - tapıcılarından bağımsız - büyük adam. Ona ne şüphe?