Dünkü yazıda “asıl Anadolu” adını verdiğimiz, Giresun’dan başlayıp Tokat, Yozgat, Kayseri ve Adana-Osmaniye’yi içeren kavisin batısında kalan bölgenin yer adlarından söz ettik. Bunların beş tarihi katmandan oluştuğunu belirttik. İlk katman Rumcadan kalma adlardı. İkinci katmanla devam ediyoruz.
Katman 2
Bölgede 20. yy başında var olan yerleşim adlarının yaklaşık üçte ikisi, Osmanlı devletinin 15. yy ortası ile 16. yy son çeyreği arasında derlediği tahrir defterlerinde kayıtlıdır. Bir başka deyimle, Index Anatolicus’ta Giresun-Sivas-Adana hattı batısında kayda geçirdiğimiz 28 bin civarında yer adının 17 bini aşkın kısmı en az 450 ila 550 yıllıktır. Gerçekte bölgeye ait tahrirlerde yer alan isim envanteri 40.000’e yaklaşır; fakat bunların büyük bir bölümü bugün kaybolmuş ya da (çalışmamıza almaya imkan bulamadığımız) mahalle ve mevki adları olarak korunmuştur. Bir bölümü 550 yıldan daha eski olabilir; ancak bunu bilemeyiz, çünkü Anadolu’nun 1450’ler öncesi köy envanterine ilişkin elde dişe gelir hiçbir kaynak yoktur.
Bu adların ezici çoğunluğu Türkçedir. Bursa, Edirne, İzmir gibi batı illerinde, Rumcadan miras olan kasaba adları dışında, eski köy adlarının yüzde 97-98’i bulan bir bölümü Türkçedir. Kastamonu, Karaman, Kayseri gibi Osmanlı’ya daha geç katılan yerlerde bu oran yüzde 80’lere kadar düşer. Fırat hattının doğusu ile Trabzon-Rize’de Türkçe oranı yüzde sıfır ila 25 mertebesindedir.
Bu verilerden, 15.-16. yüzyıllarda “asıl Anadolu” taşrasının yüzde yüze varan bir oranda Türklerle meskun olduğu sonucunu çıkarabilir miyiz?
Soruyu birkaç gözlemle cevaplandırmaya çalışalım.
Birinci gözlem. İlgi alanımıza girmeyen Hınıs kazasının 1556 tarihli tahririnde yazılı bin kadar köy ve mezranın 20 ila 30 tanesi hariç tümünün adı Türkçedir. Oysa bu tarihte Hınıs nüfüsunun ezici çoğunlukla Ermeni olduğunu bilmekteyiz. Diğer yandan, komşu Erzurum’un merkez ilçelerinde Türk nüfus oranı her zaman Hınıs’tan daha yüksek olduğu halde, 20. yüzyıldan eski olan Türkçe yer adları yüzde elliyi bulmaz. Demek ki adlandırma pratiğiyle yerel nüfus arasında doğrudan bir korelasyon yoktur, veya olmayabilmektedir.
İkinci gözlem. Tahrir edilmiş adların en belirgin özelliği olağanüstü yeknesaklığıdır. Onlarca vilayetin yüzlerce kazasında, benzer isimler sonsuz monotonlukla tekrarlanır: Akçaören, Akçaşar, Akyazı, Armudalanı, Balçıklı, Bayramlu, Beğyurdu, Beşdam, Boyalıca, Dereköy, Derince, Dikmen, Durali, Durgutlu, Elmacık, Eriklü, Fakıhlar, Göğcedere, Gölköy, Hacılar, Hisarköy, İlyaslu, İmamlu, Karaaliler, Karacaören, Kızılcakilise, Kızılhisar, Kozalanı, Kozlu, Kozluca, Kuruova, Sarıkaya, Şeyhhasan, Tepecik ve benzerleri... Doğal sayılacak bir durum değildir bu. Dilde en ufak bir bölgesel varyasyon, yerel gelenek veya lehçe izi görülmez. Bölgeye has adlandırma pratikleri yoktur. Dünyanın birçok yerinde – ve Türkiye’de 2. tabaka dışındaki yer adlarında – bir köyün adından yaklaşık olarak hangi bölgede olduğunu tahmin edebiliriz; tahrirlerde yer alan yerleşim birimlerinde bunu yapamayız.
Yine dünyanın her yerinde ve Türkiye’de 3. tabaka adlarda yaygın olan alaycı, iğneleyici ve aşağılayıcı yer adları (Çapulcular, Dönmeler, Bitlimuhacirler, Piçalioğulları gibi) yoktur. “Yabancı” etnik durum belirten yer adları (Kürtköyü, Çingenbayırı, Boşnaklı, Tatlar, Acembezirgan gibi) bulunmaz.
Dünyada tipik olan yer adları ya o yerin sakinlerinin kendilerine verdiği addır, dolayısıyla güçlü bir şekilde yerel lehçeyi ve geleneği yansıtır. Ya da çevre halkının onlara taktığı addır, hemen her zaman dışlayıcı ve aşağılayıcı bir boyut taşır. Burada her ikisi de olmadığına göre, üçüncü bir olasılığı düşünmek zorundayız.
Akla ABD ordusunda kullanılan Alpha, Bravo, Charlie gibi kod adları, ya da eski Sovyetler Birliğinde sonsuza dek tekrarlanan Oktyabr, Proletarskii, Moskva, Krasnaya Zvezda gibi kolektif çiftlik adları gelmektedir. Adeta tek bir elden, renksiz, kokusuz, kişiliksiz seri adlar üretilmiştir.
Üçüncü gözlem. Oğuzların 24 boyu olduğu rivayet edilen aşiret adları, tahrir köyleri envanterinin değişmez öğelerindendir. Avşar, Bayat, Bayındır, Beğdilli, Büğdüz, Çavundur/Çandır, Çepni, Dodurga, Eymür, Halkaavlı, İğdir, Kargın, Kayı, Kınık, Kızık, Yüregir isimleri, şaşmaz bir yeknesaklıkla her kazada karşımıza çıkar. Daha önceki bir yazımda belirttiğim üzere, bu adların harita üzerindeki dağılımı random dağılımdır. Herhangi bir ad herhangi bir bölgede yoğunlaşmaz, herhangi bir bölgede seyrelmez. Oysa gerçek dünyada hiçbir tanımlı insan grubu bu şekilde dağılmaz; belli bir veya birkaç noktada yoğunlaşıp uzağa doğru seyrelir.
Bundan çıkaracağımız en makul sonuç, bu isimlerin reel bir etnik kimliğe tekabül etmedikleri, belki keyfi olarak masa başında verilmiş isimler olabilecekleridir.
Dördüncü gözlem. Bazı tahrirlerde ayrıntılı nüfus bilgileri verilmiştir. Diğerlerinde ise yerleşim birimi başına sadece iki, üç, beş nefer Müslüman yönetici ve güvenlik görevlisi gösterilir.[1] Bu kişilerin yönettiği veya güvenliğini sağladığı ahalinin kimler olduğu belli değildir. Bunları Avrupa’daki serfler, ya da Amerikan kolonilerindeki cholo’lar veya zenci kölelere benzer koşullarda çalıştırılan tarım işçileri olarak düşünmek yanlış olmaz. Ne kadarı yerleşik cemaattir, ne kadarı işletmenin ihtiyaçlarına göre transfer edilebilen menkul nüfustur? Ne kadarı dönemin sonsuz savaşlarında elde edilmiş harp esiridir?[2] Çoğunun en azından nominal olarak Hıristiyan olduğunu varsaysak, bunun anlamı ve derecesi nedir? Bu konularda ne yazık ki fazla bilgimiz yok. Osmanlı’nın gerçek sosyal tarihi, keşfedilmemiş bir kıta olarak kalmaya devam ediyor.
Sonuç olarak Osmanlı tahrirleri soyut bir coğrafya etüdü değildir, miri arazi envanteridir. Amacı vergi tahsilatını optimize etmektir. Derleyen kurum maliye defterdarlığıdır. Tüm üretim birimlerine, günümüzdeki vergi numarası gibi, standartlaştırılmış muhasebe isimleri vermiş olmaları makul görünüyor. Bu adlar resmi işlemlerde esas kabul edildiğinde yerli halkın bunlara alışıp ayak uydurması üç beş yıldan çok sürmemiş olsa gerekir.
(devam edecek)
[1] Cahiller tarafından yazılan günümüz Türkiye’sinin yerel tarihlerinde bu köyler üç beş nüfuslu Müslüman köyleri olarak değerlendirilir.
[2] Evliye Çelebi seyahatnamesinden edindiğimiz izlenim, 17. yy harplerinde her ordu mensubunun serbest piyasada satmak veya işçi, cariye, hizmetkar olarak kullanmak üzere evine birkaç esirle döndüğü yönündedir.