Bilim neymiş?



“Bilim: Gözlem ve deneye dayanan öğrenme metodu.” Dedikleri bu.

Beğenmedim tanımı. Asri turşuculuk da gözlem ve deneye dayanan bir öğrenme sürecidir ama “bilim” sayılmaz. Keza marangozluk, terzilik, siyasi parti ayakçılığı, uyuşturucu satıcılığı, koğuş ağalığı, zurnacılık vb.

Bir kere hiçbir öğrenme metodu sadece gözlem ve deneye dayanamaz, aktarım da gerekir. Lavoisier’nin her deneyini baştan yapamazsın, herkesi Beagle’la dünya turuna çıkaramazsın. Kitapta yazan şeylere yahut hocanın söylediklerine inanmak zorundasın. Dolayısıyla bir süre sonra bilgi aktarım zincirinin normları (güvenilirlik kriterleri) bilimsel disiplinin önemli bir konusu, hatta başlıca konusu haline gelecektir. Can alıcı soru şu: tamamen aktarım üzerine kurulu disiplinler, ya da ampirik temeli küçük veya önemsiz olan aktarım zincirleri, mesela tarihçilik, mesela paleografi, teoloji, mesela İslam fıkhındaki hadis yahut tabakat ve sıkat ilmi “bilim” sayılır mı? Sayılmaz ise sınırı nerede çizersin?

Baştan alalım. Bir bilgiler manzumesinin “bilim” adını alabilmesi için ilk şart sanırım yazılı bir aktarım disiplinine ve o disiplin çerçevesinde üretilmiş bir bilgi korpus’una (müktesebata) sahip olmasıdır. Bir konuda bir sürü insan kitap ve makale yazmış, bunlardan hangilerinin muteber hangilerinin çöp olduğuna dair birtakım normlar oluşmuşsa elindeki bilimdir; değilse değildir. Tanıma buradan başlayınca turşuculuğu, ağalığı vb. baştan elemiş oluyoruz. Onların da kitapları yazılsın, o kitapları cerh veya şerh eden başka kitaplar yazılsın, ilmi dergilerde eleştirileri çıksın, namlı hocalar bu yüzden birbirine küssün, onların hiziplerine dair ağır analizler yapılsın, seminerler sempozyumlar toplansın, doktora tezleri yazılıp bozulsun, onlar da bilim olur. Nitekim buyur, oenoloji – şarabiyat ilmi – bilimdir diyorlar, oysa şarap dediğin şey üzümün turşusu değil mi bir çeşit?

Daha ileri gidelim, “bilim” dediğin üniversitede bir departmandır diyelim mi? Üniversite kurumunun bir fonksiyonudur. Departman ve kürsü var, bilim var; onlar yok, bilim yok. Batıda scientia, Doğuda onunla eş anlamlı ˁilm kavramları ancak Orta Çağda, üniversite/medrese kurumu bünyesinde doğmuş ve tasnif edilmişler. Bin yıldan beri de üniversite/medrese kurumundan ayrı olarak düşünül(e)memişler. [Çin’de nasıldır, bak onu bilemedim.]

Skolastik disiplini lütfen küçümsemeyiniz, insan evladının tarihteki müthiş keşiflerinden biridir. Akla ve zekâya geniş kapılar açar. Belirli tartışma normlarına uymak şartıyla, yaratıcılığa ve orijinaliteye mecra verir. Bilginin kuşaklar ve yüzyıllar boyunca birikmesini sağlayan mekanizmalara sahiptir. Pratik dünyada işe yarar veya yaramaz ayrı mevzu, ama yarayıp yaramaması kimin umurunda? İnsan zekâsının en uyanık olduğu yaşlarda yıllar boyu sabah akşam tartışıp tüketemeyebiliyor musun? Yeter.

*
Her skolastik yapı kendi yıkımını içinde taşır. Aktarım metodu ve müktesebat biriktikçe, midye kaplamış iskele babaları gibi kabarır ve çekirdeğindeki hakikat cevherini gözden kaybetmeye yüz tutar. Dogmalar ve törenler oluşur; otorite katmerlenir; aktarımla uğraşanların tercihleri ve saplantıları bilimin başlıca konusu olmaya yüz tutar. Disiplin kemikleşir, yaratıcılığı boğmaya – ya da marjinal ve verimsiz kanallara kaçırmaya – meyleder.

Orta Çağ sonlarında mesela öyle olmuş. Üniversitenin ve medresenin ana damarını oluşturan Aristocu bilim anlayışı 15. yy sonlarına doğru hem Batıda hem Doğuda şiddetle eleştirilmiş. Köhne! Dogmatik! Eski kafalı!

Kurumsal otoriteden bağımsız – hocaların kozuna koz basacak – bir bilimsel hakikat kriteri var mıdır diye Marsilio Ficino’dan Nicolas Cusanus’a, Francis Bacon’a, Descartes ile Pascal’a kadar bir sürü insan kafa yormuşlar. [Doğuda da var eşdeğerleri, biliyorum, başta İbn Haldun, ama şimdi gerisini arayıp bulmaya üşendim.] Floransa’daki Akademi’den dünyaya yayılan yeni Platoncu modelde verimli bir çıkış yolu bulmuşlar. Bu yeni modelde bilim, gözlem ve deneyle başlamaz. Matematiksel bir modelle başlar. Önce kalemi kâğıdı alıp modeli kurarsın. Sonra sen ve tüm meslektaşların ve düşmanların gözlem ve deneyler yapıp modelini yalanlamaya çalışırlar. Başaramazlarsa kazandın. Üniversite hocalarını yendin.

Bu model önce astronomide muazzam sonuçlar verdi. [Doğu’nun yarıştan kopması tam o noktadadır: bir Copernicus çıkaramadılar.] Fiziğin diğer dallarında (mekanikte, optikte, hidrolikte, sonra elektrikte) yepyeni ufuklar açtı. Yüz küsur yıl sonra, 18. yy sonlarında, kimyada büyük bir devrime imza attı. Bana sorarsanız 19. yy başında Grimm ile Bopp’un dilbilimde başlattıkları devrimin de onlardan aşağı kalır yanı yoktur. Biyoloji daha zahmetli bir alandı; ancak 1850’lerde Darwin’le birlikte, gözlem ve tasnife dayalı Aristocu köklerini aşıp yeni anlamıyla bir bilimsel temele oturmayı başardı. Peşinden Freud ve çağdaşları psikolojiyi bunlara benzer bir aksiyomatik temele oturtmayı denediler ve bence fena çuvalladılar. 20. yüzyılda Amerikalılar antropolojiden siyaset bilimine kadar akla gelen her şeyi uyduruk bir matematiksel kılıfa sokmayı marifet edindiler. Lakin o cılız çabalardan da 21. yy’a çok az iz kaldı.

[Bitmemiş doktora tezimin birinci bölümü, 20. yy’ın dominant Amerikan PoliSci modeline karşı dehşetli bir polemikti, Lasswell, S. M. Lipset, Huntington ve saireyi acımadan harcayıp metotta yeni bir çağı insanlar alemine muştulayan. Hocalarım, başta Sartori, kaşını kaldırıp sırıtmıştı. Şimdi biri bana getirse ben de sırıtırım.]

*
Toplayalım. “Bilim” bir Orta Çağ kavramıdır. Skolastik disiplin demektir. BAZI bilimler Rönesanstan itibaren matematiksel bir modele oturtularak müthiş verimli sonuçlar almışlardır. Diğer bilimlerin çoğu bu modele uymamış ya da uydurulamamıştır. Matematiksel modelden beslenen bilimler de zaman içinde skolastik disiplinin cazibelerine ve risklerine maruzdur. Aktarım metodolojisinin sonsuz labirentlerinde uzun zaman konfor ve keyifle barınabilirler. Bu da iyi midir, kötü müdür bilmiyorum. Bilginin tek yolu matematik diye bir şey yok: insan aklı yaratıcıdır, başka yollar da bulabilir eminim.

Doğrusunu istersen çok da fazla bildiğim bir konu değil. Bilim tarihi ve bilim felsefesine dair en son Yenipazar’dayken iki üç kitap okudum, yarıdan çoğu aklımda kalmadı, hatta hiç girmedi. Mesela tıp veya zooloji hangi anlamda “pozitif” bilimlerdendir, düşündükçe kafam karışıyor. Bilen olup da aydınlatırsa sevinirim.

***
Bir buçuk ay sonra eklenen:

Bu yazı korkarım çok esoterik olmuş, o kadar çok viraj dönmüş ki nereye yol aldığı anlaşılmıyor. Söylemek istediği özetle şu:

1. "Bilim"i başka bilgi edinme yöntemlerinden esas ayıran şey gözlem ve deney değildir, aktarım disiplinidir. Falan hocanın söylediği doğru mu değil mi konusunda ancak zengin ve sofistike bir kontrol/eleştiri mekanizması varsa o hocanın tezi "bilimsel" olabilir.

2. Dolayısıyla "bilim" ancak belli bir sosyal/kurumsal çerçeve içinde var olabilir. Bu çerçeve Ortaçağdan beri Batıda üniversitedir, Doğuda (vaktiyle) medrese idi.

3. "Pozitif" bilimler dediğimiz, matematiksel modele dayalı bilimler 16. ve 17. yy'da var olan üniversite bilimlerindeki tıkanmaya tepki olarak ortaya çıktı. Belli alanlarda (astronomi, fizik, kimya, daha sonra biyoloji) olağanüstü başarı kazandı. Fakat "bilim" sayılan alanların pek çoğunda verimli sonuç vermedi.

4. Skolastik disiplin prensipte iyi bir şeydir ama tıkanmaya ve muhafazakârlaşmaya yatkındır. Bilimin kurumsal yapısı güçlendikçe tıkanma ve yolunu kaybetme eğilimi güçlenir. Tarih ve fıkıh gibi ampirik temeli zayıf bilimlerde bu eğilim çok belirgindir. Ama matematiksel temeli olan "pozitif" bilimler de bu tehlikeden muaf değildir.

Hepsi bu.