Halim ve Selim 8: Kuran ahlakı (1)




HALİM – Kuranı Kerim’in Enfal suresini “ahlaken sıkıntılı bir metin” olarak nitelendirdiniz. Bu ifadenizi şaşkınlıkla karşıladım. Ne demek istiyorsunuz?
SELİM – Kutsal bir mesaj olma iddiasında bir metin,[1] ve ilk cümlesi savaş ganimetinin (enfāl) nasıl pay edileceğini anlatarak başlıyor: “Siz ona karışmayın, Allah ve Resulü karar verir” (1).
Geleneksel anlatı eğer doğruysa M 627 yılında, Hendek Savaşı ile ilk Yahudi katliamını izleyen günlerin mahsulü olan bir suredir. İman, sadece sadakate indirgenmiştir: namazını kıl, rızkına razı ol, yeter (2, 3). Savunulan şey bir ilke değil bir hiziptir: Allah müminlerle beraberdir (19). Onların kâfirlere karşı savaşmasını talep eder (5, 7). Kafirlerin duygularını umursamaz (8). Onların yüreklerine dehşet salınmasını, kafalarının vurulmasını, parmaklarının kesilmesini ister (12). Onları – adeta ünlü Auschwitz fotoğraflarındaki gibi – üst üste yığarak cehenneme atacaktır (37). Melekler düşmanı yüzlerine ve kafalarına vurarak öldürürken “alın bakalım yakıcı azabı” diyerek hakaret edeceklerdir (50).
Düşman sadece kafirler değildir, onlarla savaşmaktan şu veya bu nedenle imtina eden zayıf imanlılar da düşmandır (16). Bunlar, yeryüzündeki canlıların Allah indinde en kötüleridir (22). Allah onlarda hayır görse doğru yola getirirdi (23). [Demek ki Allah, yarattıklarının doğası/tıyneti karşısında çaresizdir; kudreti mutlak değildir.] Zayıf imanlıların zararı sadece kendilerine değil, ümmetedir. Çünkü Allah onları cezalandırmakla kalmayacak, bütün ümmeti cezalandıracaktır (25, 57). Nasıl ki firavunla beraber halkı da ceza görmüştür (54). Demek ki ümmet, Allah’ın müdahalesini beklemeden, cihada katılmakta tereddüt eden zayıf imanlıları cezalandırma hakkına ve görevine sahiptir. Aksi halde sonuçlarına katlanır.
Allah onları neden hemen cezalandırmıyor diye soran şüpheciler yanılgı içindedir. Çünkü Resul onlar arasında olduğu sürece Allah zayıf imanlılara bir şans tanımıştır (33). Resul’e itaat ederlerse kurtuluş umudu olabilir. [Burada net bir pazarlık mantığı görüyoruz. “Sizin işiniz bitti, kurtuluşunuz yok. Ama hele boyun eğin bakarız.”]
Savaşta aldığınız ganimetin beşte biri Allah’a, yani onun Resulüne aittir. Kuşkunuz olmasın ki yetimlere, yoksullara ve yolculara harcanacaktır (41). Cihat için atlarınızı ve diğer değerli mallarınızı feda etmekten çekinmeyin; hepsi size ileride tam olarak ödenecektir, kaybınız olmaz (60). Savaş esirlerini fidye karşılığında satabilirsiniz (67). Buna günah diyenler yanılıyor. Neden? Çünkü Allah ve onun Resul’ü izin verdi (68). Ganimet helaldir (69). Günah bile olsa, kalbiniz temiz ise Allah bağışlar (70).
“Mümin” tanımı nettir, maddeler halinde sayılır ve birkaç kez tekrarlanır. Bir, Allah’a ve Resul’üne iman edenler; iki, onunla beraber hicret edenler; üç, emrettiği cihada katılanlar; dört, (Medine’de) onlara yardım edip barınak sağlayanlar (72, 74). Bunların asli görevi birbirine yardım etmektir. Ümmet dışında kalan kafirlere, hatta kendi aşiret ve ailelerinin mensupları ile dost ve yakınlarına vermiş oldukları sözler geçersizdir (72). Çünkü kafirlerin aralarında dayanışma vardır (73); size verdikleri sözü tutmazlar (56). Ancak, ümmet dışında sözleşmeli olduğun birinden kuşkulanırsan önce sözleşmeyi fesh ettiğini ona bildir, öbür türlü fazla haince olur (58).
Özetlersek. Ahlakın ilkesel ya da evrensel bir dayanağı yoktur. Bizimle olanlar dosttur, olmayanlar düşmandır. Bizimle olmanın ölçütü lidere sadakattir. Düşman olmanın ölçütü lideri tanımamak, ve daha kötüsü tanıdığını söyleyip kalben ona muti olmamaktır. Evrenin Yaratıcısı ve Yargıcı bizden yanadır. Kendi aramızda güven ve dayanışma olmalıdır: birbirinizi kırmayın, kibirli olmayın, cömert olun (46-47). Düşmana karşı her şey serbesttir (ama sözleşmeyi bozacaksanız önceden haber verin).
Kusura bakmayın, bu bir ahlak öğretisi ise ben almayayım.
HALİM – Savaş, kıtal, ganimet, esir, fidye... Bunlar bugünkü anlayışımızda kınanan şeyler. Ama o günün koşulları çerçevesinde düşünürseniz anlayışla karşılamak lazım.
SELİM – Kitabınızın önerdiği ahlak genel ve evrensel bir öğreti mi, yoksa sadece “o günün koşullarında” mı geçerli? Eğer ikincisi ise problem yok. Olaya antropolog gözüyle bakarız, ilkel bir toplumun ahlak ve töresini yansıtan bir metin olarak değerlendiririz. Homeros destanlarına ve Ramayana’ya da öyle bakıyoruz, gerçi edebi değer açısından kıyaslanamazlar ama olsun.
HALİM – İnsanlara hitap eden bir kitabın, muhatabı olan toplumun güncel koşullarından bağımsız olmasını bekleyemezsiniz.
SELİM – Tamamen aynı fikirdeyim. Ama bu kitabın diğerlerinden farklı olduğunu söyleyen ben değilim sizsiniz. Eğer Allah yazdı veya dikte ettirdi ise, biraz daha geniş bir bakış açısından bakması yakışık almaz mıydı?
İçinde yaşadığı dünyanın cahil ve zalim olması, ahlaki önderlik iddiasındaki biri için gerekçe olamaz. Temel ahlaki aksiyomlar insanlık için birdir, çağdan çağa ve toplumdan topluma değişmez. Hele evrensel ve tanrısal olma iddiası güden bir mesaj, “günün koşulları” bahanesine asla sığınamaz, sığınmamalıdır.
Kaldı ki “günün koşullarını” abartmayalım. İsa’dan altı yüz yıl, Buddha ve Sokrates’ten bin yıl sonra yazılmış bunlar. İnsanoğlu henüz ahlaki ve felsefi derinliği tatmamıştı diyemezsiniz. Augustinus'un İtiraflar'ı Kuran'dan iki yüz, Boethius’un Felsefenin Tesellisi yüz yıl eskidir. İkisi de fevkalade derin ve nüanslı eserlerdir, üstelik kanın gövdeyi götürdüğü kargaşa içinde bir dünyada kaleme alındılar. Yani isteseniz, kalbinizi ve aklınızı açsanız, aklı başında birkaç kişiye danışsanız, insancıl bir ahlakın prensiplerine varmak o gün için dahi zor olmasa gerek.

(devamı var)


[1] Surenin Arapça aslı ile kırk kadar Türkçe çeviri denemesini şuradan izleyebilirsiniz: http://www.kuranmeali.org/kuran/enfal-suresi/