Mit başka tarih başka




1. Bir kere daha, tekrar, yeniden ve eksilmeyen bir dehşetle müşahede ediyoruz ki insanların kahir ekseriyeti mit ile tarihsel hakikat arasındaki ayrımı kavramaktan acizdir. Geçmişe ilişkin öykülere, gerçeği aydınlattığı, ya da eleştiri süzgecinden geçtiği, ya da objektif ikna ediciliğe sahip olduğu için değil, hoşa gittiği veya duygusal ihtiyaçları tatmin ettiği için inanırlar. Tarih anlatımının motoru bilgi arayışı değildir, arzudur. Tarihçi yaygın arzuları tatmin ettiği zaman baş üstünde tutulur; irrasyonel bir sevgiyle sevilir; hatta mürşit ve peygamber makamına yükseltilir. “Eleştiri süzgecinden geçirelim” dediği zaman anlaşılamaz bir şey yaptığına hükmedilir ve cahil kalabalıklarca lanetlenir.
2. Başlangıçlara geri gittiğimizde belki onlar haklıdır. Mythos ve história, özgün anlam itibariyle birbirinin hemen hemen eşi iki kavram. İkisi de “anlatı” demektir, akşam köy odasında toplanan cemaate atalarımızın şanlı menkıbelerini, dev aşklarını ve akla ziyan kahramanlıklarını anlatan ozanları akla getirir. Nitekim história ile muhtemelen eş kökenli olan Arapça esātīr, Yunanca mythos’un tam karşılığıdır. Farsçası dāstān, yani “öğreti”. Cemaatin tam üyesi olmak için öğrenilmesi şart olan öyküler. Pembe boyalı bir evde doğdu, Cebrail’e rast geldi, vb.
Historia’nın farkı eleştiri süzgecindedir. Tarihçi delil ister. Belge sorar. Tanıkları sorgular. Çelişkileri deşer. Siniksen diyebilirsin ki sonuçta onun da yaptığı bir tür mit anlatımı, ama daha rafine bir mit: kütüphaneler dolusu bilginin öğütücü dişlerinden geçmiş, zıt görüşlerin cenderesinde yontulmuş, avamın cehaletine karşı aşılanmış bir mit. İki bin beş yüz sene önce girişti insanlık o çabaya. İlki belki Miletli Hekataios’tur, ya da Bodrumlu Herodot. “Acaba doğru mu, ne malum” diye sordular, otorite sorgulamayı spor edinmiş, aşırı derecede tartışmacı bir toplumda. Kanıt göster! Yoksa neden inanayım?
3. Can sıkıcı bir sonuç çıkıyor bundan. Eleştirel tarihçilik belki bir elit imtiyazıdır. Kütüphaneler dolusu bilgiye erişimin yoksa nasıl eleştireceksin; zıt görüşlere – ve onlarla münazaranın yöntem ve araçlarına – vakıf değilsen neyi sorgulayacaksın? Belki o yüzden, eleştirel historia’nın ortaya çıkışıyla toplumsal sınıf ayrımlarının keskinleşmesi aynı dönemin mahsulüdür. Belki de avamın mitlerini sorgulayanlar aslında “kardeş, ben sizden değilim, level’ımız başka” mesajını vermektedir basitçe. Cahil halk tarafından durmadan “kibirli” olmakla suçlanmaları ondandır.
4. O halde müstahaklar, gitsinler Boğaza karşı viskilerini yudumlasınlar?
Demeyeceğiz. 2500 senedir sürdürüldüğüne, ve özellikle en başarılı toplumlarda her zaman daha yoğun olarak sürdürüldüğüne göre vardır onların da bir işlevi diyeceğiz.
Birinci işlev, avama değil ama toplumu yönetenlere yol göstermektir. Çünkü mit içeriyi aydınlatır; alışılmışı tekrarlar. Pilot koltuğundan ileriye ışık tutmaz.
İkinci işlev, toplumun sarıldığı mitlere bir kuşku ve esneklik payı katmaktır. O pay yoksa toplum kırılgandır; yeni koşullar ve yeni olgularla karşılaştığında ayak uydurmakta zorlanır, evrilemez.
Üçüncü işleve “işlev” diyebilir miyiz bilmiyorum. Başlı başına amaçtır. Hakikati sırf hakikat olduğu için aramayı varoluşun amacı – ve en büyük zevklerinden biri – saymayan bir toplumdan kime ne fayda gelir? Belediye otobüsündeki mütevazı insanlar o zevkten mahrum kaldı diyelim. Öyle bir ihtimalin varlığı dahi, onlar için olmasa çocukları için, umut ışığı değil midir?  
5. Mitin işlevi cemaat inşa etmektir: community formation. Aynı kahramanlara tezahürat eden, aynı aşklara ağlayan, aynı zalimlere lanet okuyan insanlar hısım ve kardeş olur. Tasada ve kıvançta ortak, vs.  Türkiye’de bugün esas problem mitlerin kontrolden çıkmış olması değil, birbiriyle hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak üç, dört, beş, yarım düzine mitoloji sisteminin aynı anda toplumun değişik kesimlerini ele geçirmiş olmasıdır. Ortak mitlere sahip olmayan insanlar, bırak uzlaşmayı, birbirinin ne dediğini duyamazlar. Bir süre sonra birbirini boğazlamaları Allahın emri.
6. Neden böyle oldu? Evvela memleket kötü yönetildiği için böyle oldu. Yüz senedir empoze etmeye çalıştıkları mitler manzumesi yıpranıp tükendi. Bir yanda memleketin en parlak beyinleri, öbür yanda büyük avam kitlesi, dindarlar, devletin sopasından başka şeyini tanımayanlar “pembe boyalı ev” hikayesinden sıkıldılar.
Daha önemlisi, eleştirel düşünceye yaşam hakkı tanınmadığı için oldu. Eleştiri geleneği ve alışkanlığı toplumda yoksa, eskimiş mitlerini nasıl tazeleyeceksin? Herkese iyi gelecek yeni anlatıları nereden bulacaksın? Dayak yedikçe içine kapanıp daha beter bayrak sallamaktan başka çaren yok.

*
Şu yazıya da bir göz atın isterseniz, konu ilgili. http://nisanyan1.blogspot.com/2017/02/kara-delik-avclar.html