Şiddete övgü




Fiziksel şiddetin her türlüsünün her koşulda kötü olduğunu savunanlarla aram iyi değil. Muhallebi çocuğu ideolojisidir, hayata cepheden bakmaya cesaret edenlere yakışmaz. 2012’de bu konuda iki üç kez kelam etmeye kalkmışım (http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/siddete-dair.html, http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/siddete-kars-myz-sahiden.html), daha sonra da yeri geldikçe değindim, ama işin can damarını yakalayamadım galiba. Bir daha deneyeyim.
İnsanın diğer insana kötülük etmesinin binbir yolu var, illa kan akıtmak ya da kemik kırmak şart değil. Sayalım: iftira atarsın, ihbar edersin, tehditle sindirirsin, alçaltırsın, emeğini sömürürsün, işinden attırırsın, işini batırırsın, onurunu kırarsın, umudunu kırarsın, sevincini tüketirsin, kandırırsın, çaresizken sırtını dönersin, köleleştirirsin, sevgilisini elinden alırsın, evini yıktırırsın, ailesini dağıtırsın, askere alırsın, ölmesini emredersin, adaleti önlersin, özgürlüğünü çalarsın, intihara sürüklersin, kendisine dokunmadan sevdiklerini harcarsın... Pisliğin sonu yok. Peki neden fiziksel şiddet bunların herhangi birinden daha kötü olsun? Neden hepsine eyvallah ama sıra yumruğa ya da silaha geldi mi orada dur?
Fiziksel şiddet çoğu zaman efektif bir mücadele yöntemi değildir, peki, sabredip endirekt vuruşla topu yuvaya koymak genellikle daha etkili bir yol. Ama neden a priori o silahı elimizden bırakalım?
Muhallebi çocuğu olarak yetiştirildiğimiz için kavgadan ödümüz kopuyor, belki odur. Küçük burjuva değer yargılarının sefil ufkundan ötesini tahayyül edemiyoruz, belki de o. O ufkun sınırlarını Devlet ve Polis bekler. Biz uslu olalım, Polis amca gereğini yapsın... Zulme uğrayan sakın güç kullanmayı aklından geçirmesin...
Şiddet karşıtlığının şiarı polis şiarıdır: “Sakin ol dostum ve elindekini yavaşça yere bırak!”    
*
Toplumların düzeni, insan yaşamının vazgeçilmez bir ögesi olan şiddeti kontrol altına alma esasına dayanır. O yüzden, düzenden yana olan her ahlak öğretisi şiddeti ayıplar, şiddeti azaltmanın yollarını arar. Kabul. Peki. Tamam. Ama bu önermeden, şiddetin her koşulda reddedileceği sonucu çıkmaz. Tam tersi de çıkabilir.
Mesela, bir. Şiddet eğer kötüyse, daha büyük şiddeti önleyen şiddet meşrudur. Adam kalabalık barda arbede çıkarmaya kararlı görünüyorsa bir uyarırsın, sonra yumruğu çakarsın. Çekmiş silahı kalabalığı taramaya başlamışsa düşünmez vurursun. Mantıken kaçınılmaz bir çıkarımdır: Eğer şiddete karşıysan, büyük şiddete karşı küçük şiddeti savunmalısın. Yoksa büyük şiddeti savunmuş olursun.
Ufak bir pürüz gibi görünür, ama devamını düşünürsen senin anti-şiddetçi teorini tuzla buz etmeye yeter. Nerede duracaksın? Adamın uçakları Vietnam’ı – ya da Nusaybin’i – bombalayacaksa karargahını havaya uçurmak meşru değil midir? Diktatörleri halka daha fazla zarar vermeden bertaraf etmek gerekmez mi? Diktatörü bertaraf etmek yetmez, onun hizmetkarlarını, maşalarını da kırman gerekebilir. Rusya’nın saldırmasını bekliyorsan önce senin saldırman hak değil midir? Haktan öte, ahlaki ödev değil midir?
Devam et, durma. Mesela komşu ülkenin hükümdarı kâfirse ve bundan dolayı bütün halkının ahiretini sonsuza dek berbat ediyorsa, ona karşı cihat etmeden ahlaken salih olabilir misin? Daha: Savaştan sonra Ermeniler senin halkını Erzurum ve Van’dan sürecekse önce davranıp onları zararsız hale getirmek vicdani görevin değil midir? Ha?
*
Bu yetmediyse, iki. Kendini şiddetten korumak için şiddet meşrudur. Adı üstünde, meşru müdafaa. Bunu önceki maddenin özel hali olarak da görebiliriz. Büyük şiddete karşı önleyici şiddet dedik. Şahsıma yönelik şiddet ister istemez bu kapsama girer, çünkü ahlaki ödevin öznesine – yani bana – zarar verme riski taşır. Ahlaken doğru olanı yapacaksam önce var olmam gerekir. Dolayısıyla varlığıma yönelik tehlikeyi bertaraf etmek sadece hak değil ödevdir.
Burada da gene işler beklediğimizden daha hızlı çapraşıklaşır. Meşru müdafaayı sadece bireyin kendisine yönelik şiddetle sınırlayamazsın. Çünkü bireyin dokunulmazlığı bedeni ile sınırlı değildir. En azından ailesini, çoluk çocuğunu pakete dahil etmek zorundasın. Adam göstere göstere senin çocuğunun kemiklerini kırıyorsa, bana dokunan yok, öyleyse meşru müdafaa yok, aman fiske vurmayayım der misin? Peki çocuğun değil en yakın arkadaşınsa? En yakın arkadaşının yengesiyse? Devam edelim: Ya ciğerinin yarısı olan takım arkadaşlarınsa? Kimliğinin ve kişiliğinin altyapısını oluşturan değerli yoldaşlarınsa?
Ya vatanının evlatlarıysa? Ya herif senin canından aziz bildiğin Mehmetçiğe kurşun sıkmışsa? Ya hain Ziyonistler gibi senin din kardeşlerinin evlerini başına yıkıp hı diyeni kurşunluyorsa?
Zanneder misin ki sembolik aidiyetler insan yaşamında hiç değerindedir? Ait olduğu zümreye yönelik şiddeti kendine yapılmış gibi hissetmeyen insan ahlaklı sayılamaz. Şiddeti a priori reddeden muhallebi filozofu, o halde, insanlara ahlaksız olmayı önermektedir.
*
Üçüncü önerme ilk ikisi kadar güçlü değil, ama yine de göz ardı edilmemeli. Şiddete karşı şiddet meşrudur. İkinci maddede bize yapılacak şiddeti önlemekten söz ettik. Bu sefer şiddet gerçekleşmiş, biz karşılık veriyoruz. Elbette kınanası bir şeydir. Elbette kindir, intikamdır. Tabii biliyoruz, şiddete şiddet nereye kadar, sonsuz sarmaldır, sen vurursan o da vurur, sonu gelmez. O yüzden hemen her ahlak hocası her zaman affediciliği över, rövanşizmi ayıplar. Doğru. Haklıdır. Karşındaki Devlet terörü bir milyon kişinin evini başına yıkmış olabilir, ama karşı terörle ne elde edebilirsin ki, kanı sonsuza dek sürdürmekten başka?
Peki elinde zulme karşı başka çare kalmamışsa ne yapacaksın? Akıl yolunu tüketmişsin, hukuk düşmanın elinde esir, iç dünyana çekilip kalender hayatı yaşamana da müsaade yok. O zaman “şiddete hayır” öğüdü ne anlama gelir? “Şiddete boyun eğ, zulme razı ol, çaresizliğini kabul et”ten öte bir içeriği var mıdır? Zulme suskunlukla cevap vermek, zulmü ödüllendirmek değil midir? Dünkü şiddete hak ettiği cevabı vermeyen – veremeyen – yarınki şiddeti teşvik etmiş olmaz mı?
Muhallebi çocukluğu sadece bir kişilik zaafı değildir, ahlaki bir tercihtir derken işte bunları kastediyoruz.
*
Bilmem belirtmeye gerek var mı, şiddete yatkın bir adam değilim. Ortaokuldan beri yumruklu kavgaya girdiğimi hatırlamıyorum, girsem de herhalde dayak yerdim. Isparta Er Eğitim Alayında talim atışları dışında silaha elim pek değmemiştir. Kendimi savunmaya yarayan başka yeteneklerim var şükür.
Lakin küçük burjuva yaşamının cenderesinden dışarı çıkıp dünyayı tanıdıkça çok net görüyorsun ki şiddet insan yaşamının kaçınılmaz unsurlarından biridir. Yalnız kaçınılmaz değildir, bazı koşullarda doğrudur, meşrudur, ahlaki zorunluluktur. Hatta bazen güzeldir.
“Iyy, falancaya şiddet uygulamış, lanet! lanet!” diye haykıran cüceler de sadece feci surette cahil değildir. Polis devletinin – bilinçli ya da bilinçsiz – ajanıdır.